20 Kas 2010

seni naapıcamı bilmiyorum blogspot. mutluysan böyle kal değilsen uyar beni kaldırayım seni.

27 Ağu 2010

İşte yine baş başayız
İçimin acısı
Yine biz bizeyiz ver elini
Sus
Ne olur incitme beni

18 Ağu 2010

Yeni bir ev.

Sonuç sayfasına bakarken ki kalp atışımı görmeniz gerekiyordu asıl Eskişehir'i ne kadar çok istediğimi daha iyi anlayabilmeniz için..
Belki sadece Eskişehir'i kazanmak için dört sene beklemiş olabilirim.
Üniversiteli olmak o kadar mühim bir olay değil açıkçası. Mesela dört sene boyunca ben Van'a da gidebilirdim, ya da Kars'a, Adana'ya..
Gerçekten önemli olan üniversitede yaşadığın her an için oradan bir şeyler alabilmek, her açıdan sadece ders değil.
Beni en çok mutlu eden bir başka husussa siktiğimin İstanbul'undan uzaklaşacak olmak. İstanbul'un her kalabalığından, gürültüsünden uzaklaşacak olmak ve tabii ki aileden...
Yaklaşık on gündür İzmit'teyim, babamla bir haftadır konuşmuyoruz, tebrik etmek için bile aramadı. Evet, belki kazandığım bölüm kendisini pek tatmin etmemiş olabilir ancak en azından kazandığım için arayabilirdi sanırım, benim kazandığım için mutluluğumu saymıyorum bile..
Her neyse bunlar da önemli değil benim için, gülüp geçebiliyorum artık..

Biz yeni bir evde beraber yaşayacak olmamızın hayalini 2009 Eylül'ünden beridir kuruyoruz, Tamer'le. Evimiz şöyle olur, ben odama şunları alırım, salonda şunlar şunlar olur falan filan. Daha önce hiç bu şekilde hayal kurdunuz mu bilmiyorum ama o hayaller bile insanı olasıya mutlu ediyor. Şimdi o hayallerin tam ortasındayız.
Ağustos sonu-eylül başında ev bakmaya gideceğiz, ikinci el eşya bakmaya başladık bile. Gittiğimiz her evden, ev hediyesi istiyoruz ufak tefek..
Bu heyecanı İstanbul'da asla yaşayamayacaktık, asla. Görüyorum çevremdeki insanlardan. "Sonuç noldu, nereyi kazandın" diye sorduğum zaman "İstanbul şurası işte abi" dedikleri zaman sesindeki heyecansızlığı gözlemleyebiliyorum.
Ve inanıyorum ki İstanbul'a yaşamak için dönmeyeceğim.
Şimdilik hoş kalın.

This dirty town was burning down in my dreams.!!

15 Tem 2010

TERÖR NEDİR? TERÖRİST KİMDİR?

"Dur"madınız diye arkanızdan polisin sizi, vurması yada vurma ihtimalinin olması,
Operasyonlar olsun olmasın bölgede yaşayın ya da yaşamayın... Ceylan Önkol gibi çocukların, bitki toplayan Antakyalı köylülerin asker tarafından katledilmesi,
Sınırda yaşayan köylülerin Hint keneviri beslediği için ya da kaçakçılık yaptığı için yine asker tarafından katledilmesi,
Elinde taş izi var denip, çocukların sokaktan koparılıp senelerce hapse mahkum edilmesi,
Patrona karşı mücadele verdiğinizde fabrika kapılarından toplanıp, jandarma tarafından gözaltına alınmak,
Köle işçi ve kölece ücret gibi konularda devlet tarafından kriz bahanesiyle ardı ardına yasa çıkarılması,
En ufak hak talebinde kolluk kuvvetleri tarafından gözaltına alınmak, işkence görmek ya da işkencede öldürülmek,
Örgütlü olduğun için polis tarafından kaçırılıp tecavüze uğramak değil midir terör?
Tüm bunların "terörle mücadele" adı altında gerçekleştirilmesi ise ayrı bir yüzsüzlük değil de nedir?
...
Herkes, bir gün "devletin bölünmez bütünlüğüne" kastederek ya da "anayasal düzeni yıkma" teşebbüsüyle "terörist" damgası yiyebilir. Gerçek teröristler ise, halka zulmedenler, halkı insanlık dışı yaşama mahkum edenlerdir!
işçi-köylü

21 Haz 2010

Yenik Değiliz.

Kemal Burkay'ın yazdığı ve Grup Yorum'un dillendirdiği çok güzel bir şiiri paylaşmak ne büyük onurdur.


Yenik değiliz
Boşa gitmedi çektiğimiz acılar
İlk yaz yağmuruyla yeşeren,
Tohumlara bak
Bir yangın gecesini andıran
Sesleri dinle
Savaş alanlarında çarpışanlar var

Yenik değiliz
Etseler de bizi ekmeğimizden
Çocuklarımızın buğday başağı saçlarından
Yardan ayırsalar da bizi
Yenik değiliz
Kanımızda bir pınar gibi kaynayan hayat
Yenik değiliz
Torbamız tohum dolu
Koşar adım giriyoruz kavgaya

14 Haz 2010

Forever & Ever

Sabah, gördüğü güzel bir rüya ile gözlerini açmıştı, yeni bir güne. Hemen baş ucundaki fotoğraf albümünü eline alarak bütün fotoğraflara uzun uzun baktı bir kez daha, her fotoğrafın bütün karelerini ezbere biliyordu oysa ki..
Onu görmeyeli yaklaşık 7-8 ay olmuştu. Bir şeyler yapması gerekiyor muydu? Kendisi de bilmiyordu bunu..
Evdeki işlerini hallettikten sonra bisikletini de yanına alarak çıktı evden. Bugün Beşiktaş taraflarını görmek istemişti. Üsküdar sahiline geldiğinde içinde hem güzün hem de mutluluk ve büyük bir özlem vardı. Dört gözle etrafına bakınıyordu onu görebilmek için.. Aslında onu gerçekten görmek istediğine emin değildi. Bir yanda çok istiyor ama onu görmenin kendisini üzebileceğini bildiğinden istemiyordu da. Bu ikilem içinde etrafa bakınırken gözleri bulamamıştı onu.. Üzüldüğünü hissetti bir an için, her şeye rağmen..
Vapura binip Beşiktaş'a vardığında saat 5'e geliyordu. Sahilden; Kuruçeşme, Bebek derken bir hayli uzaklaşmıştı. Aklından bir an bile çıkaramıyordu onu. Gerçekten çok görmek istediğini hissetti ama henüz buna cesareti yoktu.
Onun bu akşam dışarıda olacağını ve eve geç gideceğini öğrenmişti arkadaşlarından.
Uzun uzun düşündükten ve bütün cesaretini topladıktan sonra evlerinin oraya gitmek geldi aklına. Saat 7 buçuk civarıydı..
Buradan Beşiktaş'a geçmesi yaklaşık bir saatini alırdı.
Hemen bisikletine atladı ve hızlı hızlı pedal çevirerek Beşiktaş'a geldi. 8:40 vapuruna zor yetişmişti.
Bisikletini vapurun ön kısmına bıraktı ve kendisi de hemen arkasındaki demirlere yaslanarak yıldızları izlemeye başladı. Bir yandan da sadece onu düşünürken söylediği tek şarkı vardı.
"Give it a try - for a second time
Don't you know I missing you.
Give it a chance - for a second romance
Don't you know I love you."
Sanki şarkının sadece burasını biliyormuşcasına habire bu kısmı söylüyordu her seferinde.
Etrafına bakındı rahatsız olan var mı diye ama kimsenin umrunda bile değildi. 
Tekrar arkasına yaslanıp devam etti şarkısına.
Hava hafiften çiseler gibiydi, terli vücuduna düşen her yağmur damlası 
onu daha da mutlu ediyordu..
Vapur Üsküdar'a yaklaştıkça yağmurdan eser kalmamıştı, gelmişti vapur Üsküdar'a. Herkesin inmesini bekledi ve arkalarından oda indi bisikletini de yanına alarak. İnince hemen sigarasını çıkardı ve bir sigara yaktı. Sigarayı da sadece böyle günlerde içerdi ama kırk yıllık içici gibi derin derin içine çekti. Sigarası bittiğinde hemen bisikletine binip onun evine doğru yol aldı. Evlerinin yerini avcunun için gibi biliyordu artık. O yüzden geç kalmamak için en kısa yoldan evlerinin önüne geldi. Evlerinde hiçbir ışık yanmadığını görünce henüz gelmediğini düşündü ve mutlu oldu.
10.30’a geliyordu saat ama henüz gelen giden yoktu. Beklemeye devam etti.
10 dakika, yarım saat derken bir saat olmuştu ama hala yoktu…
İçine bir korku düştü; “acaba gelmeyecek mi” diye ama yine de umudunu korumaya çalışıyordu. “15-20 dakika daha beklerim eğer gelmezse giderim” diye içinden geçirdi, daha fazla beklemenin bir anlamının olmadığını düşünerek… Hala bekliyordu. Bir yandan da söylediği şarkıyı başa alıp yeniden söylüyordu, hiç sıkılmadan.
Hava gittikçe soğumuştu ama pek de umrunda değildi bu.
Umudu kırılmak üzereydi.
Tam bir sigara daha yakmıştı ki, evin önünde bir araba durdu. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu heyecandan. Sadece onu görmek, uzaktan onu izlemek için gelmişti oraya. Konuşmaya hiç cesareti yoktu.
Saklanmak üzere arkasını dönüp karanlığa ilk adımını attığı anda arabanın kapısı kapandı ve arkasından hayatı boyunca unutamayacağı bir ses ismini söylemişti. Olduğu yerde kalmıştı, hareket edemedi. Arkasını dönüp bir “merhaba” demeye bile cesareti yoktu. Aynı ses bir kez daha seslendi ismini söyleyerek..
Büyük bir heyecan ile yavaşça arkasını döndü ve bir an göz göze geldiler. Kız gülümsedi birden ve çocukta neden gülümsediğini anlamadan o da gülümsedi.
Birbirlerine doğru yaklaştılar ve çocuk, kıza duyduğu büyük bir özlemle bir anlık kendini kaybederek kıza sıkıca sarıldı…
Kız şaşkınlık ile “bu saatte, burada ne yapıyorsun” diye sordu. Çocuk oraya sadece onu görmek için geldiği için verecek herhangi bir cevap bulamadı. Kısa bir süre ikisi de sustuktan sonra kız tekrar sordu aynı soruyu… Çocuk kısa bir suskunluğun ardından “arkadaşıma geldim ya, evi hemen biraz ileri de” diyebildi.
Kız inanmayarak ve neler olduğunu anlayarak küçük bir tebessümle “peki” dedi ve hemen arkasından “nasılsın, neler yapıyorsun görüşmeyeli” diye sordu. Çocuk başta ki suskunluğunu üzerinden atmış bir vaziyette cevap verdi: “okula gidip, geliyorum. Onun dışında biliyorsun zaten bisiklete olan sevgimi. Bunlar dışında bir şey yapmıyorum” diye cevap verdi aynı soruyu o sordu. Kız da: bende aynı şekilde, okula gidiyorum işte. Onun dışında arada bir arkadaşlarla bir araya gelip eğleniyoruz” diye cevap verdi…
Kısa bir suskunluktan sonra kız; “benim artık gitmem gerek, saat epey geç oldu” dedi.
Çok üzülmüştü bu sözlere çocuk çünkü; onun yanında olmasından, hiç bir şey de olsa konuşmaları mutlu ediyordu onu. Hem neden geç olsun ki diye düşündü. Bütün gece dışarıda olduktan sonra, kendisinin yanında en azından birkaç dakika daha kalabileceğini düşündü ama dile getiremedi düşündüklerini…
“Peki” dedi sadece ve kırıldığını belli etmek istercesine “evet evet saat epey geç oldu” diye kızın söylediklerini o da söyledi.
Tekrar birbirlerine sarıldılar ve kız el sallayarak evine doğru küçük adımlarla ilerliyordu. Kız gözden kaybolana dek arkasından onu seyretti, mutlulukla…
Tamamen gözden kaybolunca olduğu yere oturdu tekrar ve bir sigara yaktı hemen.
Gözleri yıldızlarda; kızın odasının camındaydı eve girdiğini görmek hatta onu bir kez daha görebilmek umuduyla.
Kısa bir süre sonra odanın ışığı yandı.
Mutlu olmuştu, sebepsizce…
Kız camın kenarına geçerek dışarıda, tam karşısında, hala aynı yerde oturduğunu gördü çocuğun…
Küçük bir gülümsemeyle arkasını dönerek uzaklaştı camdan. Odasının ışıkları kapanmıştı ama çocuk hala anı yerde oturmaya devam ediyordu, neden beklediğini bilmeden…
Hava oldukça serinlemiş, hatta hafiften çiselemeye başlamıştı tekrardan.
Biraz daha oturduktan sonra ayağa kalktı, yıldızının bulunduğu cama bir kez daha baktıktan sonra mutlulukla pedal çevirmeye başladı, nereye gittiğini bilmeden…
Belki de sonsuzluğa doğru…
13.06.2010 - 03:19

7 Haz 2010

Yağmurlar yeniden bizim için yağsın istiyorum.

Bütün gün boyunca yağmur altında yürüdüm..
Yağmur, bana seni anlatıyor adeta..
Yağmuru izledim bütün gün, oturduğum her yerde..
Az önce de eve geldim.
Üstümde, bizdeyken giydiğin tişört var. O günden sonra kolay kolay giyemediğim...
Ev insanlarının gelmesine yaklaşık olarak 2-2,5 saat var, yani zamanım biraz dar..
Şuan yapmak istediğim tek şey; içebildiğim kadar içebilmek ve sonrasında sızmak yada uyumak..
Çünkü seni sadece rüyalarımda görebiliyorum ve bu bile beni tahmin edemeyeceğin kadar çok mutlu edebiliyor..
Seni görmek istiyorum.
O yüzden bir an önce uyumam gerek..
ve yeniden:

31 May 2010

DresSembolü

- Burası çok garip bi ülke. Dünlerde Hitler'e küfreden zihniyet bugünlerde Hitler yancısı çıkıp "keşke zamanında hitler bütün yahudileri öldürseymiş" diyolar. Unutmayın ki: "Katil olan insanlar değil, devletlerdir.!"
- Şimdi benim Tamer varya hani, Eskişehir'de okuyan göt. Bizim eskiden kalma bi oyunumuz var, muhtemelen bu oyunu herkes biliyodur. iPod bu oyuna Music Quiz diyo ama biz henüz bi isim koymadık. Yine geçen gün oynarken şimdiye kadar hiç bilemediği bir gruptan şarkı dinlettim. YİNE bilemedi. İpucu istedi, verdim. Kimlerden daha iyi, en bilinen şarkısı ne, vokalin ismini falanfilan baya ipucu verdim. Albüm adını söyle bilicem diyince kalakaldım ben. "Greatest Hits" diyiverdim o anda. Koskoca KİSS'in bir albümünün adının aklıma gelmemesi koymuştu biraz. O an sadece "Revenge" yada Dressed to Kill" demem gerekiyordu ama yapamadım, diyemedim..
- Biri bana Sonisphere'da Anathema saçmalığının Manowar'ın üst grubu olmasına mantıklı bir açıklama getirsin.
- Şarkıyı beğenip beğenmemek size kalmış ama içinde bir söze dikkat edeceğim; "Camilerden ayakkabı halı malı kilim çalmadan. Ben seni kesemem kara sakalım." Bence güzel.
Dinleyip görmek için: http://www.akilli.tv/video/201013/Huseyin-karAKus--Kara-sAKaLim.aspx 
- Bir hafta - on gündür sabah sekizden ona kadar radyo dinliyorum. -radyo eksen- aabi bu kadar güzel bir ses tonuyla radyo programı yapan bir bayan daha görmedim ben. HARİKA HARİKA. Çalan şarkılar umrumda bile olmuyor zaten, hadi şarkı bitsin de Ayça Şen'in o güzel sesini duysam, iki kelime bişey söylesin diye. Sabaha nekdar nekdar mutlu ve zinde başlıyorum anlatamam. Sağol be Ayça Şen Başkan.
- Bişeyler yapması gerektiğini bilen ama hiçbişey yapmayan bütün dostlara gönülden selamlar. CANSINIZ.
- Ve unutmayın ki bütün çemberler(!) güzeldir.

23 May 2010

Previously on Lost'u son duyuşumuz..

 “Yüzyılın en büyük televizyon fenomeni" unvanını kazanan bir dizi daha izleyebileceğimi sanmıyorum açıkçası..
Son iki gündür yayınlandığının ertesi günü sabırsızlıkla açtığımız ve pür dikkat ile her karesine ayrı dikkat ettiğimiz bir dizi sona eriyor.. Beni gereksiz Türk dizilerinden uzaklaştıran dizi sona eriyor. Bilmiyorum, arkadaş çevresindeki tartışmalar arasında "Lost'da dizi mi" diyenler oluyor da, gülüyorum onlara yahu. Yok How i Met Your Mother yada Prison Break daha iyiymiş. Bırakın, geçin bu işleri abicim.
Lost diyoruz lan. Kaç tane dizi oyunculuğu ile ödül almış oyuncu biliyorsunuz. 
Reytinglere de bakın buyrun. 
Oyuncu kadrosuna da bakın, kıyaslayın..
Her neyse artık. Son bölüme saatler kalmış şurada TSİ ile gece 5'te Digitürk yayınlayacak, uyanır bakarım alt yazı ile verirlerse eğer izlerim vermezlerse 12'ye doğru bitmiş olur indirme işleri falan, alırım cipsi, kolayı falan bilgisayar karşısına..
Senden sonra hiç bir dizi, senin beni mutlu ettiğin kadar mutlu edemeyecek..
Lost soundtracklerinden.

17 May 2010

Ronnie James Padavona..

Seni ilk dinlediğim zamanı biliyorum James, daha dün gibi aklımda o an. Beni "Rainbow in the Dark" ile bağladın kendine.. Bu büyüleyici ses herkesi olduğu gibi beni de kısa bir sürede bağladı ve üç-beş günde diskografine sahip oldum..
Dün gece haberi duyduğumda sanki ailemden yada çevremden birisi vefat etmiş gibi gözlerim doldu.. Daha hiç görmedim seni ama önemli olanın seni görmek değil, senin sesini beynimizde, kalbimizde duyup "WE ROCK" diye bağırabilmek.. 
Bu kadar erken olmamalıydı be James.. 
Canlı gözlerle izlemek için sabırsızlandığımız şu günlerde.. Çok özleyeceğiz..
Şimdi yapmamız gereken şey; bizlere bıraktığın mirasa sımsıkı sarılmak..
Hayat arkadaşı Wendy Dio'nun eşinin vefatı üzerine yaptığı açıklama: Bugün kalbim çok kırık. Ronnie, 16 Mayıs sabahı saat 7:45'te vefat etti. Bir çok arkadaşımız ve ailemiz ona ölmeden önce son dileklerini ilettiler. Ronnie ne kadar çok sevildiğinin farkında. Bizlere verdiğiniz destek için çok teşekkürler. Lütfen vize bu acı kayıp için bir kaç gün verin. Onun sizleri sevdiğini ve müziğinin sonsuza kadar yaşayacağını biliniz."
Rock in Peace Dio...

Kürk Mantolu Madonna.

Kitabın içeriği hakkında herhangi bir şey yazmayacağım..
Söyleyeceğim tek şey; kitap okumaktan hoşlanmayanları kitap okumaya bağlayacak bir kitap olduğudur..
Hayat aslında kitapların içindedir, sizi sorunlarınızdan uzaklaştırandır. 
Ve hatta kitap; sizin iç dünyanızdır..

15 May 2010

Devrimci İnci ve Dostları

Gözü pek bir devrimci olan İnci, öldürülüşünün otuzuncu yıl dönümünde, onu anmaya gelmeyen yoldaşlarına kızarak, dünyaya inme ve eski dostlarını ziyaret etmeye karar verdi.
Yoldaşlarının ölüm yıldönümünü unutan arkadaşları masal bu ya, her nasılsa bir araya gelmişlerdi. 30 yıl önce öldürülen arkadaşları İnci’yi birden bire karşılarında görünce haliyle hortlak görmüşe döndüler ve bu da aslına bakarsanız gayet doğaldı..
İnci 20 yaşında öldürüldüğü için hala inci gibi bir genç kızdı. Ama yoldaşları ölmeyip yaşadıkları için yaşlanmışlar, kocaman insanlar olmuşlardı. İnci’nin eski arkadaşları geçen 30 yıllık sürede, sadece yaşlanmakla kalmamış düşünsel anlamda da değişmişlerdi. Öyle ki yeni ünvanlar edinerek isimlerini bile değiştirmişlerdi. İnci, arkadaşlarını tanımaya çalıştı.
“Ben Dinci oldum” dedi bir tanesi. “Bak sen bile geldiğine göre, demek ki öteki dünya diye bir şey var. Dinci olunca öteyi beriyi her şeyi garanti altına alıyorsun. Dinci olduğum günden beri benden huzurlusu yok. Dine o kadar saygısızım ki, habire satıyorum. Sattıkça da kazanıyorum. Dünya malı dünyada kalır diye bir laf vardır ya; madem gidiciyiz, gidene dek mümkün olduğu kadar fazla şeyi götürmeye kimin itirazı olur? Haksız mıyım İnci’ciğim?” İnci, Dinci’nin sözlerini sessizce dinledi.
“Ben zamanla, büyük bir Kinci oldum." dedi Kinci. "Kin alırım, kin satarım, ustam ölse de ben satarım. Hayatımı kinlerle kazanıyorum. Gencecik çocuklara birbirlerinden nefret etmelerini öğütlüyorum. Ne zaman bir kavga çıkıyor, ne zaman bir kan akıyor, mutluluktan uçuyorum. Ama Kinci’lik de bir yere kadar. Bu yaşa kadar Kinci kalabildiysem bunu dişime göre olana kin gütmeme borçluyum. Üstüme yürüyenin elini öper, yürürken düşenin kıçını tekmelerim.” İnci, Kinci ve Dinci’ye üzüntüyle baktı. Eskiden çok sevdiği bu iki arkadaşının nasıl olup da bu hallere geldiklerini anlamaya çalıştı.
Daha sonra Hinci konuştu. Hinci tek derdi, insanları karıştırmak ve aşağılamaktan ibaret bir ‘entel’ olup çıkmıştı.30 yıldır taş taş üstüne koymadığı gibi, bu süre içinde büyüyen genç bir kız ve oğlanların heveslerini kibrit çöpleri gibi kırmıştı. Hinci övünerek: “Ben tek başıma, cuntacılardan daha fazla genç insanı ve fikri yok ettim. Tek başıma, tüm işkencecilerden daha çok kişiyi işkenceden geçirdim. Üstelik tüm bunları, sanki onlardan biriymişim gibi yaptım. Az şey mi bu İnci?” dedi.
Bir köşede tüm bu konuşmaları dinlemeyip ha bire cep telefonuyla mesaj atan eski bir dost vardı. Gözünü telefonundan ayırmadan sırasını savdı: “Ben de Pinci oldum, İnci… Bu siyaset filan hep fasa fiso. En yeni cep telefonlarını ilk alan kişi benim, bilgisayarım en süperinden. Siz burada çene çalarken ben Twitter’e on, Ekşi Sözlük’e beş yazı girdim. Gel istersen senin için de bir hesap açayım.” dedi. Geriye iki arkadaşı kalmıştı. Bunlardan biri sessizce uzaklara bakıyor, sanki dünyanın tüm sırlarını biliyormuş gibi ağır ağır başını sallıyordu. İnci bu arkadaşının konuşmasını bekledi ama çıtı çıkmadı. Bunun üzerine Hinci, alay ederek şunu söyledi: “O hiç konuşmaz, hep susar. Çünkü Tinci’nin teki oldu. Konuşmak bile bir eylem sayıldığı için, bütün gün böyle heykel gibi durur. Hata yapmamak için hiçbir şey yapmaz. Tinci işte, ne olacak!”
İnci son arkadaşına ismini sordu. “Çinci” yanıtını alınca sevindi:
“Ne güzel, bir tek sen değişmemişsin. Eskiden de Çinci’ydin, seninle çok tartışırdık. Fikirlerinin çoğuna katılmasam da, en azından ideallerine sadık kaldığın için seni tebrik etmek isterim.” dedi.
Çinci, biraz utanarak gülümsedi: “Evet adım hala Çinci ama şimdi işler değişti. Çin’den ucuz poeselen, oyuncak, elbise filan alıp burada beş katı fiyatla satıyorum. Anlayacağın, ben artık başka türlü bir Çinci’yim.” Güzeller güzeli İnci’nin  gözlerinden inci taneleri dökülmeye başladı. “Keşke hiç gelmeseydim, keşke tüm bunlara tanık olmasaydım” diye düşünmeye başladı. Gitme vakti yaklaşıyordu. Kendini toparlayıp, arkadaşlarına bir konuşma yaptı:
“Sevgili kardeşlerim. Ben sizin hepinizin, benim gibi olduğunuz yılları biliyorum. Hepiniz idealleri için savaşan gençlerdiniz. Bir ekmeği beraber bölüşür, bir zalimliğe beraber kızardık. Şimdi isminizin başına eklediğiniz çirkin harfler uğruna bambaşka kişilere dönüşmüşsünüz.
Kardeşlerim, ben 30 yıl önce öldüm. Üzerime karlar yağdı, yağmurlar yağdı. Mezarlıklar sessiz yerlerdir, anamdan babamdan ve kardeşlerimden başka çok fazla ziyaretçim olmadı. Biliyorsunuz ki ölüler konuşmaz, biliyorsunuz ki öte bir dünyadan kimse sizi ziyaret etmez, bunlar hep böyle masallarda olur. Bu nedenle benim sözümün içinizden geldiğini varsayın. Çünkü biliyorum: Bugüne kadar hatalar yapmış da olsanız, içinizde bir yerde, hala bir İnci var. O İnci’nin sözüne kulak verin dostlarım. Biz hepimiz İnci gibi gençlerdik; sosyalizmi, adaleti, kardeşliği, devrimi çok sevmiştik. Ne olur, yeni gelen İnci kardeşlerimizin şevklerini, aşklarını, umutlarını yok etmeyin. Size söyleyeceğim söz budur.
İstiridye kabuğu gibi sertleştirdiğiniz kalbinizin içini açarsanız, orada tıpkı benim gibi bir İnci göreceksiniz. Ve buna çok sevineceksiniz.
Şimdi aranızdan ayrılıyorum ama inansanız da, inanmasanız da sizi hala, gerçekten çok seviyorum..”
İnci bu sözleri söyleyip kayboldu. Dışarıdan korna sesleri, cep telefonu melodileri geliyordu.
Tinci uzun bir uykudan uyanmış bir masal kahramanı gibi gözlerini ovuşturdu ve yıllardan sonra ilk kez konuştu:
“HADİ.”
Alıntıdır: Günışığı Masalları

2 May 2010

Sami Evren:

Taksim Meydanı'nda en etkili konuşmalardan biri KESK Genel Başkanı Sami Evren'den geldi:
   "Bugün burada bizlerle olamayanların ancak yaşamlarını hatırlamak hepimizin boynunun borcudur. Ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkaya'yı saygıyla anıyorum. İdam sehpasına gülümseyerek çıkan Deniz'i, Yusuf'u Hüseyin'i selamlıyorum. Kendilerini Türkiye halklarının kurtuluşuna adayan Hüseyin Cevahir'i, Ulaş Bardakçı'yı, yiğit devrimci Mahir Çayan'ı saygıyla selamlıyorum. Kürt halkının özgürlük mücadelesine kendini adayan Mazlum Doğan'ı saygıyla anıyorum. Kemal Türkler'i saygıyla anıyorum. 77'de katledilen 37 emekçiye selam olsun. Faşizme hayır diyen demokrasiyi savunan Musa Anterlere'e, Uğur Kaymaz'lara selam olsun. Halk iktidarını taçlandıran Belediye Başkanı Fikri Sönmez'e selam olsun. Hiçbir zaman unutmayacağımız, belleğimizde bizi isyana çağıran Ahmet Kaya'yı ve arkasına bakmadan giden Yılmaz Güney'i, faşizme inat yüreğimizde yaşayacak olan Hrant'a selam olsun. 
Bir kez daha milyonların önünde tekrar ediyoruz. Irkçı, asimilasyoncu, dışlayıcı, şovenist devlet istemiyoruz. Herkese ortak koşullarda iş-aş istiyoruz. Güvencesiz çalışma istemiyoruz. Sözleşmeli çalışmak istemiyoruz. Taşeron şirketleri istemiyoruz. Parasız eğitim ve parasız sağlık hakkı istiyoruz. Tutuklu bulunan belediye başkanlarının, sendikacıların serbest bırakılmasını istiyoruz. Tutuklu bulunan çocukların özgür bırakılmasını istiyoruz. Operasyonların durmasını istiyoruz ve insanlarımızın ölmesini istemiyoruz."

Fotoğraflar alıntıdır.

Biji Yek Gulan.!

Bir 1 Mayıs'ı daha geride bıraktık, 32 sene sonra aldığımız Taksim Meydanı'nda davullarla zurnalarla halay çekerek kutlayarak hemde.
Taksim Meydanı dar geldi emekçilere, işçilere, yoldaşlara..
Polisler meydan da 120 bin kişi olduğumuzu söylüyor ama sadece orada bulunanlar ile 400-500 bindik..
Gelmek isteyip de gelemeyen yoldaşları da sayarsak eğer sayımız katlanıyor..
                                              
77 kanlı Mayıs'ından sonra Meydanı böyle görmek insanın tüylerini diken diken yapıyor hiç kuşkusuz..
Gururluyuz, yürüyoruz bu yolda, devrim yolunda..
Bu fotoğrafın anlattığı, anlatabileceği çok fazla şey var..
Fotoğraflar alıntıdır.

12 Nis 2010

Omegle'nin yaptıkları...

Geçtiğimiz cumartesi günü sıkıntıdan bunaldığım ve nette de yapacak bir şeyler bulamadığım anlarda aklıma omegle geldi. Geçtiğimiz yaz sık sık girerdim siteye, o zamanlar kameralı chat sistemi yoktu sadece konuşabiliyorduk. Merak ettim girdim bende.
Fark ettim ki herkes av peşinde yada abazan. Bütün erkekler kadın istiyor, konuşmak için bulamayınca direk exit yapıyor ve arayışlarına devam ediyor. Bende kim olursa olsun iki muhabbet etme derdindeyim. Bu şekilde yaklaşık 10-15 kişi geçti karşımdan ama neler gördüm neler. 
Karşımdaki insanın büyük bir hızla değiştiği bir anda karşıma ben çıktım.
You ben oluyorum, Stranger da yine ben. Hey diyorum hey alıyorum falan..
Tabii bu durum insanı güldürüyor haliyle..

9 Nis 2010

Kıraayzz.Z

Yaklaşık 3 gündür falan koskoca ipodumda başka şarkı yokmuş gibi sürekli aynı şarkıyı dinliyorum. Bu akşam eve dönerken otobüste fark ettim, değiştireyim artık oğlum dedim ama baktım hala sıkılmamışım "devam anasını satayım" diyerek eve girene kadar yine dinledim. 
Blackie şahane, yaşadıklarını da şarkıya yansıtınca tarif edilemez bir şeyler çıkıyor ortaya.
Buyrun tadını çıkarın.


Cries in the Night;

29 Mar 2010

Eski Kadınlar..!

Yazacağım kadar eskileri yaşamadım tabii ki. Sadece duyduklarımdan, okuduklarımdan yola çıkarak birşeyler anlatacağım..



50'li yıllar ile başlayalım.
Marilyn Monroe, Grace Kelly gibi film yıldızlarının popüler hale getirdiği "bugidi" ile saç sarma bu dönemlerde çok modaydı ve günümüzde sevgili hatunların ilgisi olan düz saçlar pek de ilgi görmüyordu. 90-60-90 diye tabir edilen vücut şeklide bu dönemde popüler oldu..


60'lı yıllarda "Hippi"lerle ve İspanyol paça pantolonlarla tanıştık Hippiliğin en güzel tanımı olan "olduğun gibi görünmek" saç şeklinde de modaydı..


70'lerde, 50'li yıllarda başlayan zayıf olma takıntısı artık fenomene dönüşmüştü.. 
Elbiseler salaşa, etekler de olabildiğine mini oldu.. 
Farrah Fawcett ile uzun ve dalgalı saç kadınların modası haline geldi..








80'lerde parlak neon renkler, omuz vatkaları ve tayt bu dönemin moda çılgınlıklarındandı.. 
Saçlar ise olabildiğince kabarık ve spreyli..


90'lı yıllarda uyuşturucu bağımlılığı ve bir deri-kemik görünüşünü özetleyen "eroin stili" modası çıktı. 
Göbek üstü bluzlar ve göbeğe yaptırılar piercing bu dönemde popülerleşti..








Milenyum ile birlikte kadınlar hala imkansız derecede ince bir vücuda sahip olmak istiyor ve bu nedenle güzelliğin bedeli tüm zamanlardan çok daha pahalı durumda..
Heidi Montag örneği mesela 24 saatte 10 estetik ameliyatı..

15 Mar 2010

Devam edelim..

Yazmayalı yaklaşık olarak üç ay civarı olmuş. Bir üç ay daha yazmadan geçirebilirim sanırım. Bir insanın hiç mi yazası gelmez bilmiyorum. Yazacak çok şey var gibi ama ahh şu üşenmek var ya. Her neyse bundan sonra üç ayda bir olmasa da en azından ayda bir yazmaya özen göstereğim. 
Biliyorsunuz bir de artık internet denilen zırvalığı hayatımdan yavaş yavaş çıkarıyorum. Msn olayı bitti zaten benim için. Bunun için "sildin mi beni oolum" şeklinde tepki gösteren arkadaşlar da oldu ama yok silmedim. Silmek için girmiyorum bile.
Hayatımda hemen hemen herşey istediğim gibi gidiyor neredeyse.
Güzel bir ilişkim var.
Eskişehir kapıları bana açılıyor yada ben açıyorum.
Arkadaşlıklarım yavaş yavaş sağlam dostluklara dönüşüyor.
Hayallerime adım adım ilerliyorum..


  Hiçbir zaman değişmeyeceğimi bilmelisiniz.